Pazar, Şubat 01, 2009

IQ'mu, EQ'mu?

Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en zeki adamı, Albert Einstein. IQ'su yani fiziksel zekası, sıradan insanlarla karşılaştırılamayacak kadar yüksek bir dahi. Nobel fizik ödülü sahibi. Keman çalan, mükemmel satranç oynayan ve üstün bir beyin. EQ'su, yani duygusal zekâsı dersen, görünüşe bakılırsa yerlerde sürünüyor. Einstein’ın yaşadığı yıllarda daha bu iki kavram arasında bir ayırım yapılmamıştı tabiki. Şimdilerde ise hangisinin daha önemli olduğu tartışılıyor: "IQ sizi okuldan mezun eder, EQ ise hayattan" deniliyor. Ya da IQ sizi işe aldırır, ancak terfi ettiren ise EQ’dur da deniliyor.

Intelligence quotient, IQ (fiziksel zeka) ile emotional quotient, EQ (duygusal zeka) arasındaki farkı, basit bir örneklemeyle anlatacak olursak, IQ metametik problemlerini, EQ ise sevgilimizle olan problemlerimizi çözmemizi sağlar. Hayatı nasıl yaşadığımız ise her ikisi tarafından belirlenir. Şu durumda, sadece IQ değil, duygusal zekâ da önemlidir.

Tanıma göre EQ, duygularınızı ve iletişimi hayatta ne kadar doğru kullandığınızı ölçer. Yani başkalarının duygularını anlama, yaratıcılık, esneklik, dayanıklılık, stresle mücadele, liderlik vasfı, konsantrasyon, kendinizle ve diğer insanlarla ilişkilerinizle ilgilenir. IQ ise malum; öğrenme ve anlama yeteneğini, mantık yürütme, bilgiyi kullanma, soyut düşünce ve analitik yeteneklerimizi ölçer. Yani televizyonun düğmesini açamayan anneannenin, insanları nasıl bu kadar iyi tanıdığı ve ev içi kavgaları nasıl bu kadar beceriklilikle sakinleştirebildiğini bu şekilde açıklayabiliriz sanıyorum. Veya tam tersi, doktora sahibi insanların bazı tartışmalar sırasında nasıl kendilerinden geçip kabalaşabildiklerini de. Ya da çocuklarını niye berbat yetiştirebildiklerini. Veya evlilik programlarında avuç avuç EQ'suz insanın nasıl birbirine girip gözyaşlarına boğulduklarını. Bu yüzden belki IQ'dan bile önemlidir EQ. Yani EQ'nuzu arttırabilirsiniz yani duygusal öğrenme yaşam boyu sürer ama IQ'nuz, tahsiliniz sonunda varacağı yere varmıştır.

Başarılı liderlerin hepsindeki ortak özellik, hepsinin duygusal zekâya sahip olmasıdır. Ama bu demek değildir ki, zekâ ve teknik beceriler gereksizdir. Zekâ ve teknik beceriler başlangıç kapasitesini teşkil eder. Yani bir lider için giriş seviyesi gereksinimlerdir. Araştırmalar göstermiş ki, liderlik için gereklilik koşulu duygusal zekâdır. Her ne kadar bir kişi, belirli bir zekâya ve analitik düşünceye sahip olup sınırsız fikirler üretse de, duygusal zekâsı olmadan liderlik yapamaz.

Aslında akıl, duygusal zekâ olmadan tam verimli çalışamaz. Akademik zekânın, duygusal yaşamla pek ilgisi yoktur. Kişiler arası ilişkilerde zekâ, diğer insanları anlamaktır. İnsanı insan yapan niteliklerin çoğu ise duygusal zekâdan gelmektedir.

Araştırma bulgularına göre, duygusal zekâ yoksunluğu, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda çok kötü sonuçlar doğurabiliyor. Ancak, duygusal zekâ doğuştan gelen bir özellik değildir. Duygusal zekası yüksek olan kişilerin empati yeteneği de fazlaca gelişmiş durumda. Ha kişi bunu farkında olmayabilir o ayrı. Bu yeteneğinin farkında olan kişi, insanlarla olan ilişkilerinde genellikle başarılı, mutlu ve huzurlu oluyor. Aşk hayatı için de geçerlidir bu durum. Muhatap olduğu insanların neler düşündüklerini, neler hissettiklerini tahmin edebilir ve genellikle sezgilerinde yanılmaz.

Türümüz var oluşunu, büyük ölçüde duyguların insan ilişkilerindeki gücüne borçludur. Kararlarımızı ve hareketlerimizi şekillendirirken hislerimiz çoğu zaman düşüncelerimize baskın çıkar.

Duygular bize hâkim olduğu sürece, bence zekâ iyi ya da kötü hiç bir yere varamaz. Siz ne dersiniz?


A.Küçük