Pazar, Ekim 28, 2007

Canım Arkadaşım Susan'dan 'Film Gibi Özel Bir Gezi'

Vefalı arkadaşım Susan'dan eşi Peter ile birlikte bu baharda İstanbul'a yaptığı minik geziyle ilgili, bu seferde onun ağzından kendi harika ve bir o kadar da ilginç izlenimlerini anlatan bir makale, Peter'ın fotoğraf makinesinden çıkan güzel görüntüler eşliğinde...Bu makaleyi benim için hiç üşenmeden Almanca'dan Türkçe'ye çeviren sevgili kuzenim Elif'ime de binlerce teşekkürler, zahmetleri için. Bu arada gayretle Türkçe öğrenmeye başlayan meine Freundin Susan'ı da sevgiyle kucaklıyorum.



FİLM GİBİ ÖZEL BİR GEZİ

Bu yaz mektup arkadaşımla gümüş balayımı kutladım. Onunla tanıştığımda 13 yasındaydım. 25 yıl sonra tanışabileceğimizi kim düşünebilirdi. Bu harika arkadaşlığa müteşekkirim. 2006 yazında Aysel İsviçre’deki kuzenini ziyarete gelmişti. İlk kez telefonda konuştuk, yıllar sonraki ilk mümkün olan karsılaşmamız buydu. 2007’nin baharında İstanbul’da buluşmak istiyorduk. Sonbaharda seyahat bürosuna gittim. Ocak ayının ortasında 27.04–01.05.2007 tarihleri arasında kısa bir seyahat rezerve ettirdik. Seyahat randevumdan önce kendimi iyi hissetmediğim için depresyon tedavisi alıyordum. Bugün iyiyim, seyahat bürosu Peter’in tekerlekli sandalyesi ve sandalyenin pilleri hakkında bilgi aldı. Bunun bir sorun teşkil edip etmeyeceğini öğreneceklerdi. Geziden iki hafta önce biletlerimiz otelin rezervasyon kâğıdı geldi. Peter’in tekerlekli sandalyesi için hava şirketinden hayır yanıtı geldi. Çünkü bu küçük pillerin içerisinde asit oluşumu vardı. Geziden vazgeçmemiz gerekiyordu. Paramızı geri alacaktık. Neyse ki, Peter kısa bir süreliğine jel pilli bir tekerlekli sandalye kiralayabildi ve gezimize katılabildik. Dördüncü ayın 27’sinde öğleye doğru tekerlekli sandalye taşıyabilen bir taksi kiraladık Frankfurt yönünde yola koyulduk. Tam zamanında hava alanındaydık. Genç bir hosteste tam zamanında gelmişti. Peter’in arabasını kullanmak için, bizi check-in için sıraya soktu. Büyük bir salonda birçok farklı sarter vardı. Sevimli bir bayan bize yardımcı oldu. Peter’i, havaalanının tekerlekli sandalyesiyle surdu. Uzun bir kuyruğa girdik, pasaport kontrolü yapıldı. El paketlerini ve çantanın içindekileri uzun bir bandın üzerine koyduk, burada kontrol edildiler. Büyük su şişelerini bu kontrolde feda etmek zorunda kaldık. Bir bekleme salonun da araç gelene kadar beklememiz gerekiyordu. Uçak 90 dakika gecikti. İlk kez heyecanlandım. 30 dakika sonra havaalanı otobüsüne bir aran ile getirildik. Uçuş biletlerimizi verdik. Kontroller yapıldı. Ve uçağa ayak baştık. Uçağa ilk giren yolculardık. Erkek hostes bize yerimizi gösterdi. El bagajlarımızı yerleştirmemize yardımcı oldu. Peter cam kanarındaki yerinden yeryüzünün soluk kesici görüntüsünü izledi. Belirli bir yükseklikteydik. Aksam yemeği servisi geldi. Alışveriş yapmamız mümkündü. Avusturya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve sonunda İstanbul’a vardık. Aşağı indiğimizde kulaklarım tıkanmıştı. Pasaportları kontrol ettim. İki kişi bir arabayla bize yardımcı oldu. Havaalanı binasına gittik. Yaşlı olan Almanya’da geçirdiği zamandan bahsetti. Diğeri binanın içine kadar bize refakat etti. Uzun bir yol gittik. Vize kontrolü yapıldı. Ne yazık ki Peter İngilizce bilmiyordu. Ben bu geziden önce biraz Türkçe öğrenmem gerektiğini biliyordum. Uzun valiz bandında valizimizi ve seyahat çantamızı bulduk. Sonunda Peter’in sandalyesi de geldi. Genç bir Türk bizi çıkış salonuna getirdi. Orada gelenleri bekleyen birçok insan vardı. Kadınların çoğu tamamen örtülüydü. Ogertur’un tercümanı bizi bekliyordu. Yolcu otobüsüne vardığımızda gece yarısıydı. Sayısız sarı taksi yanımızdaydı. Karanlıkta şehir yolculuğu yaptık. Taş caddeli Fındıkzade’de otelimizin önünde durduk: ‘Grand Anka’. Kimliklerimizi tahsil ettirdik. Geç saat olmasına rağmen ortalık oldukça sesliydi. Valizlerimiz birinci kattaki odamıza getirildi. Nazik bir adam Peter’e yardım etti. Gece yarısıydı. Susamıştım, mini bara gittim. Bir sandalyeye oturdum. Saat 5’te bizim otelin karşısındaki caminin müezzini ezan okudu. Yaklaşık iki saat sonra kalktım. Mükemmel bir kahvaltıdan yararlanamadım. Çünkü heyecandan kendimi kötü hissediyordum. 25 yıl sonra ilk kez mektup arkadaşımla ve e-mail arkadaşımla karsılaşacaktım. Arkadaşım Aysel titriyordu. ‘a story like a film’: film gibi bir yüz. Kısa bir telefon görüşmesinden sonra otelin lobisinde selamlaştık. Anlayışlı ve nazik kardeşi Fırat ile gelmişti. Arabayla şehirde dolaştık. Küçük bir restorantta oturduk. Tipik Türklere özel kıyılmış etten kızartma yedik ve ayran içtik. Yemekten sonra sevgili arkadaşımla Sultan Ahmet Camii’ne gittik. Çok güzel bir parkta kısa bir mola verdik. Geleneksel bardakta cay ikram edildi. Camii’nin önünde erkekler ayaklarını, ellerini ve yüzlerini yıkıyorlardı ibadetten önce. Başörtülerle geniş bir merdivenden çıktık, ayaklarımıza plastik poşetler geçirdik. Dua odasına girdik, bu odanın sadeliği beni çok etkiledi. Ana kubbeye hayretle baktım. Kenarlarda dua eden insanlar vardı. bu görüntüden hoşlandım. Dışarı çıkınca örtümüzü ve ayaklarımızdaki plastikleri çıkarttık. Arabayla Boğaziçi’ne gittik, gemi yolculuğu yaptık. Boğaziçi, Marmara ile Karadeniz’i birbirine bağlıyordu. Tahta bir bankta oturduk. Pencereden dışarıyı izledik. Sohbet ettik. Fotoğraf çektik. Dışarıda burnumuzu sızlatan taze temiz bir rüzgâr esiyordu. Küçük bir kafede kısa bir ikamet ettik. Hediyelik eşya dükkânları vardı. Türk çayı içtik ve ilk bardaktan sonra bir de bir fincan Türk kahvesi denedim. Kahve telvesinden geçmişle gelecek hakkında yorumlar yapılıyormuş. Gemiye geri döndük. Avrupa yakasına doğru hareket ettik. Arabayla otele geri döndük. Almanya’dan, futboldan ve havadan sohbet ettik. Sirkeci tren yoluna 1895’de ilk Doğu Expresi buraya varmış. Pazar ve pazartesi otel çevresindeki coğrafyayı dolaştık. Burada birçok yardım sever insanla karşılaştık. Pazar öğleden sonra, küçük bir kafede manzara karşısında leziz keklerden yedik. Limonata denedim. Satıcıyla sohbet ettim. Çay içtik. Salı günü bu güzel insanlardan, otelden ve sıcak iklimden ayrılma vakti gelmişti. Öğleden önce otobüs tekrar geldi. Bu kez Türk şoför yalnızdı. Ogertur’dan bir bayanla telefonda konuştuk. Bizimle ilgilendiler havaalanındaki işlemler konusunda bize yardımcı oldular. Son Türk paramla Peter’e sandviç ve kola aldım. Kontrollerimiz yapıldı, kaptan bizi selamladı. Kokpiti görmek istediğimi söyledim. Kısa bir süreliğine gösterdi. Peter sandalyesi konusunda biraz endişelendi. İstanbul’da kalmasından korktu. Yemek servisi yapıldı. İki saat sonra Frankfurt’taydık. Peter’in sandalyesi geldi, bir otelde kaldık o akşam ve yemek yedik, sonra da evimize doğru yola koyulduk.

Sevgili arkadaşımla tekrar vakit geçirmeyi çok istiyorum.

Susan Jankowski

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Aysel bir yabancı gözüyle bizim hiğç dikkat ettmediğimiz şeyler nekadar ilgi çekici ve güzelmiş. ayrıntılar onun için çok önemliymiş.

dostluğunuza gıpta etmemek dogrusu mümkün değil. bu dostlugun ömür boyu sürmesi dileğiyle.öptüm aysel ablacım seni.

şirine

Adsız dedi ki...

işte yazmayı beceremiyorum goruyorsun aysel abla. harflerim birbirine girmiş yukarıda.

ilk cümlede aysel abla yazacaktım aysel yazmışım kusra bakma ablacım:)

şirine:(

Adsız dedi ki...

Tam gazetelik bir olay,
Susan'da bir gazeteci gibi gözlemlerini anlatmış adeta okurken
yaşadıklarını hissedebiliyorsun. Galiba tercümanın da payı var bunda.
İstanbul bütün yabancıları etkileyen bir yer en son Kevin costner'de gelip hayran kaldı. Boğaz, martılar,minareler, camiler, ne güzel bir ülkemiz var. Ve ne güzel insanlarımız var.Bir misafiri geldiğinde onu ağırlamak için elinden gelen herşeyi yapıyor.
Dostluğun kolları dünyanın iki ucunu saracak uzundur.