Perşembe, Ocak 24, 2008

Güven duygusunun en yakın arkadaşı, belki de olmazsa olmazı ...

Saygıdeğer Emin Sezer hocamdan duyduğum bu söz beni çok etkilemişti ve buna istinaden bir şeyler karalamak istedim.

“Vefa, her türlü menfaat ilişkisinin tükendiği noktada, muhabbetin devam ettirilmesidir.”

Oysa günümüzde, vefanın sadece Vefa bozacısının bulunduğu semtten ibaret olduğunu sananlar var. Ne yazık, evet ne yazık ki sadakat, sevgiyle bağlı olma ve hatır bilme gibi asil değerlerin yüklü olduğu bu kavram, özellikle de yeni nesil tarafından gitgide yok olmakta ve çürümektedir. Hz. Mevlana'nın da eserlerinde sıklıkla üzerinde durduğu insanlık kokan bu yüksek meziyet, unutulmuş ve yitmiş gitmiştir artık neredeyse.

Sonradan edinilemeyen, kiminin doğuştan genlerinde mevcut bulunan, kiminin ise asla sahip olamayacağı bir kavramdır aslında Vefa. Genelde hayırsız, aramayan sormayan, hatırlamayan, bir halta yaramayan ve verdiğimiz emekleri hak etmeyen, kısacası Vefasız dediğimiz bireyler nedense hızla etrafımızda çoğalmakta, öğle değil mi?

Genelde unutulmuş olduğunuzu düşündüğünüz bir anda size bir el sarılır ve siz o eli kavrarsınız hem de sıkıca. Kimi zaman manevi, kimi zaman da maddi bir yakınlık olarak uzanan bu elin adı; Vefadır. Belki de bir zamanlar sizin yardım ettiğiniz bir el, size doğru uzanmıştır ve hem de tam düştüğünüz bir anda. Belki de, kendinizi yapayalnız ve çaresiz hissedip, ölmeyi bile aklınızdan geçirdiğiniz bir anda, işte vefa gelir ve koynunuza süzülür usulca. Nazlı bir ceylan gibi zarifçe yaklaşır size. Şayet, eli uzatan sizseniz de, karşınızdakini bir miktar utandırır. Zaten, mühim olan bu değildir, vicdanınızda bıraktığı doyumsuz rahatlama ve mutluluk hissidir.

Bazen de ani ölümler gibi kötü anlarınızda size bir el uzanır. Bu, genellikle uzun zamandır konuşmadığınız, sesi çıkmayan bir yakınınız veya eski bir dostunuz olabilir ve sizi düşünüp ortaya çıkar tam da ona ihtiyacınız olan bir anda. Kendisine yapılan iyiliklere karşılık olarak günü geldiğinde, o iyiliği yapana yardım eder bu kişi. Görülen iyilikleri unutmaz, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam eder. İşte böyle insanlara da Vefakâr deriz. Günümüzde sayıları gitgide azalan, nadir bulunan insanlardır onlar da.


İslam ahlakının en önemli meziyetlerinden biri olan Ahde Vefa ise halk arasında genelde yanlış tanımlanmakta ve her türlü vefa içeren duyguların ifadesinde kullanılmaktadır. Tam Türkçesi ise verilen sözün tutulması, borca sadık olunmasıdır. Verilen söz ve yapılan anlaşmalar gereği olan ahde vefa, hukuki bir terimdir aynı zamanda. Ahde vefa, verdiği sözü yerine getirme manasına geldiğine göre, İslam hukukunda da dini bir emirdir. Kur’an-ı Kerimde İsra suresinin otuz dördüncü ayetinde; “Ahdi yerine getirin. Ahdi bozanlar, sorumludur.” buyrulmaktadır.

Bir Müslüman’da bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir. Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar muhataplarından kötülük görmez. Yine iyilik görürse, bu başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder. En büyük vefakârlık, Yaradan’ını tanımak, kulluk görevlerini yapmak ve verdiği nimetlerin kıymetini bilmektir. En büyük nankörlük ise, kulun Rabbi’ni inkâr etmesi ve O'nun yüceliğini tanımamasıdır. İnsan, Allah'a ibadet etmek suretiyle ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır. Fertleri arasında vefa olmayan toplumlarda güven ve itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefa, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı da daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir. Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi; karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi de mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan insan, böylece karşı tarafın hakkını vermemiş ve kendi vazifesini de yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.

Vefakârlığın en güzel örnekleri tabiî ki Peygamber Efendimiz (s.a.s)'de görülmektedir: Örneğin; Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen'i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan sütannesi Halime'yi, sütkardeşi Şeyma'yı ve çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib'in hanımı Fatıma'yı ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlarla ilgilenmiş ve yardım etmiştir.

İyilik karşılık beklenmeden yapıldığı için bunlara karşılık verilmesi de beklenemez tabiî ki... Yani bu bir borç değildir ki vicdani bir yükümlülüktür. O yüzden de buna Vefa Borcu denir.

Bu yüzyılda, bireysellik ve şehirleşme arasında kaybolmuş, unutulmuş olan her türlü çıkar ilişkisinden uzak tutulması gereken bu erdemimizi gelin su yüzüne çıkartalım ve her daim yaşatalım. Hayatımızda önemi olan diğer konularda olduğu gibi, bu konuda da daha hassas ve daha titiz davranalım.

Ya Rab; bizleri Sana, Resulüne, ana-babaya, akrabaya, bütün ehl-i imana, vatana, millete ve diğer emanetlere karşı vefakâr eyle…

İnanın hayat siz vefalı olduğunuz takdirde ve size de vefalı olan kişiler sayesinde güzeldir!

A.K.

3 yorum:

Unknown dedi ki...

Ablacım;
vefa ancak senin gibi Ahde Vefalı birinin gönlünden böylesi güzel cümlelerle akıp gelebilir.

Fikrine, gönlüne sağlık..

esra

Adsız dedi ki...

Ne kadar güzel yazmışsınız.
Tebrikler..

hilal dedi ki...

İşte ahde vefa:

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girer. Derler ki :
-Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. Bu söz üzerine, Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
-Söyledikleri doğru mu diye sorar. Suçlanan genç der ki :
-evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar ve der ki :
-Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım
ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulundugu yere getirdi.
Afedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret dedi.
Bu söz üzerine Hz. Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
-Efendim bir özrüm var diyerek konuşmaya başladı.
-Ben memleketimde zengin bir insanım, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldim. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum der.
Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalir ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar ve der ki:
-Bu zat benim yerime kalir. O zat Hz. Peygamber Efendimizin(sav) en iyi arkadaslarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As dan
baskası değildir.
Hz.Ömer, Amra dönerek,
-Ey Amr, delikanliyi duydun der.
O yüce sahabi:
-Evet, ben kefilim der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medinenin ileri gelenleri Hz. Ömere çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni Asa verilecek idam yerine maktülün
diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve
babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim.
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından
genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki: evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin? Genç vakurla başını
kaldırır ve (günümüz insanı için pek de önemli olmayan)
AHDE VEFASIZLIK ETTİ demeyesiniz diye geldim der.
Hz.Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni Asa der ki :
-Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine kefil oldun.
Amr Ibni As( Allah kendisinden ebediyyen razi olsun), vakurla
kanımızı donduracak bir cevap verir:
-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. İNSANLIK ÖLDÜ dedirtmemek için kabul ettim der.
Sıra gençlere gelir, derler ki :
-Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-Ne oldu, biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne
oldu da vazgeçiyorsunuz? der.
Gençlerin cevabı da:
-MERHAMETLİ İNSAN KALMADI DEMEYESİNİZ DİYE ...