Hoşgörü, sosyal ilişkilerde bir tarafın, bazen farkında olmadan yani kasıtlı olmayarak, bazen de kasıtla, diğer tarafa (maddi/manevi) zarar verebilecek bir sahne yaratması durumunda, diğer tarafın bunu görmezden gelerek veya cevabından vazgeçerek ödün vererek tahammülünü gösterebilmesi erdemidir!!!
Hoşgörü aslında öteki olana saygı duyabilmektir biraz da, kendin gibi olmayana da yaşama ve yaşatma şansı verebilmektir. İnsanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu, ama pek kolay da bulamadığı şeylerden birisidir. Sevgi ile birebir uyum içerisinde olan bu kavram, insanların bir arada yaşamasını sağlar, ama olmayınca da insanlar hayatı birbirlerine zehir ederler.
Biliyoruz ki, İslam hoşgörü dinidir. Allah Resûlü Mekke'deki müşriklere karşı bu üslupla davranmış, Hudeybiye barışında; hangi din, hangi ırk ve hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, teşebbüs ve mülk edinme haklarına dokunulamayacağını, ilk kez insanlığın iftihar tablosu âleme duyurmuş; bir yönüyle, birlikte yaşama ve diyalog köprüleri inşa etme tavsiyelerinde bulunmuştur.
İnsanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece Allah rızası gözetilerek, Allah'tan korkarak sağlanan adalet gerçek adalettir. Böyle bir adalet hedeflendiğinde, ne şahsi bir menfaat, ne dostluk, ne düşmanlık, ne de kişinin hayata bakış açısı, dili, ırkı, teninin rengi kararlarında etki edemeyecek, sadece ve sadece haktan yana karar verilecektir. Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda gerçek adaletin, gerçek huzurun ve güvenin de yaşanacağı muhakkaktır. Çünkü ancak Allah'tan korkan, hesap gününde tüm yapıp ettikleriyle hesaba çekileceğini bilen bir insan gerçek adaleti sağlayabilir.
Hoşgörüye örnek olarak genelde Mevlana'yı gösteriyoruz öğle değil mi? Onu gerçekten tam manasıyla anlayabilmiş miyiz peki? Buyrun, Mevlana Celaleddin Rumi’nin felsefesine ve onun toplumunun 700 yıl sonraki haline bir bakalım: O gel ne olursan ol yine gel derken, bizler ağzımızdan köpükler saçarak savaş istiyoruz diyoruz öğle değil mi? Birden fazla kültürü/ırkı/dini/dili barındıran ülkemizde çocuklara ahlaki değerler aşılanırken, hoşgörülü olmaları öğütlenir hep. Her grubun özgün bir yaşam tarzı olduğu, onların oldukları gibi kabul edilmesi gerektiği söylenir. Buraya kadar her şey güllük gülistanlıktır; ancak acaba farklı olana saygı aşılanırken "farkların" bu kadar vurgulanması, insanların gruplandırılması "biz" ve "onlar" ayrımını körüklemez mi? Hoşgörünün temelindeki "bütün insanlar kardeştir" düsturu zedelenmez mi? Ancak farklı grupların, düşüncelerin bir arada barınabilmeleri için bu kavramdan yola çıkarak bir yere varabilmeleri mümkündür bence.
Hoşgörü haddini bilmektir, anlayışlı olabilmektir. Sevginin yoludur. Yoksa bananecilik değildir. Çağın getirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluluğun, sevgi yoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzıdır. Bunun için de, başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, Hz. Mevlana gibi hoşgörü ustalarının peşinden daha fazla gitmek, onları daha fazla anlamaya çalışmak gerekir.
Nitekim tarih bunun ispatıyla doludur. Müslüman Türkler ayak bastıkları her yerde adaletli uygulamalarıyla tanınmışlar, hoşgörülü, barışçıl ve merhametli tavırları nedeniyle fethedilen ülkelerin halkları tarafından dahi sevinçle karşılanmışlardır. Yani anlıycağınız, sadece bizden olanlara değil olmayanlara da hoşgörülü ve müsamahakâr davranmayı bilmişizdir tarih boyu. Bugün ise maalesef böylesine sağlam kökleri olan bir milleti oluşturan fertlerin birbirine karşı davranışları zulüm boyutuna ulaşmış durumda. Bunu görmek gerçekten acı verici. Oysa, yeryüzünde barışın, huzurun ve refahın kaynağı olan bağışlayıcılık, merhamet ve hoşgörü müminlerin ahlakının en önemli parçalarından biri olmalıdır. Bizi birbirimize bağlayan yüzlerce sebep varken küçük farklılıkları bahane ederek, içimizden bazılarını dışlamamız, hor görmemiz, küçük menfaatler için kendimizi kayırmamız ne Türklüğe ne İslam’a sığdırılabilir gibi değil. Hoşgörülü Olmak Çok mu Zor?
Allah, "... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) buyurmaktadır.
Peygamberimiz (sav)’in affedici, adil, hoşgörülü, merhametli ve şefkatli tavrı her dönemde kendisini izleyen Müslümanlar için çok güzel bir örnektir. Onun bu tavrı, birçok insanın kalbinin İslam ahlakına ısınmasına ve Peygamberimiz (sav)'e büyük bir içtenlik ve sevgi ile bağlanmalarına vesile olmuştur. Ayrıca uzmanlar hoşgörülü, sabırlı ve bağışlayıcı olmanın ise kalp sağlığını olumlu yönde etkileyebileceğini önemle belirtmektedirler.
Hoşgörü, aslında ara renkleri veya tonları görebilme yeteneği, insanları kategorize etmeme çabasıdır da bir bakıma. Ama kararının da çok iyi tutturulması gerekir, ne az ne çok yani. Çünkü, günümüzde sürekli hoşgörü, suistimallere yol açabiliyor. Yani, hep iyi niyetli yaşamak ve olaylara iyi niyetli yaklaşmak da artık enayilik olarak algılanır olmuş nedense?
Hoşgörü, bazen de tüm söylenenler karşısında sadece susmaktır ki, şimdilerde pek çoklarının yaptığı da bu sanıyorum. Yalnızca olanlar karşısında, zoraki olarak tahammül gösteriyorlar. Adaletin yeryüzünde gerçekten uygulanabilmesi için, insanların adalet uğruna kendi çıkarlarını bir kenara bırakabilecekleri bir ahlaka ihtiyaçları vardır.
Hoşgörü, beşeri münasebetlerin temelidir. Bugün her zamankinden daha fazla hoşgörüye ihtiyacımızın olduğu aşikârdır. Olumsuz birçok davranışın sebebi, yeterince hoşgörülü olamamaktır. Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde…kısaca insanın olduğu her yerde, eğer hoşgörü yoksa orada bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma, kavga olumsuzluk adına her şeyi görebilmek mümkündür.
Herkesin mutlaka bir kusuru olduğu düşünüldüğünde, her türlü ilişkinin temel gereksinimi hoşgörü olmalıdır. Hoşgörü, önemlidir, gereklidir, az bulunur ve çabuk tüketilir:))
Hiç düşündünüz mü? Sürekli hoşgörüp de yitirdiklerimiz ile hoşgörüp de kazandıklarımızı karsılaştırırsak hangisi ağır basar acaba? Ortaya çıkan durumu, farklı açıdan değerlendirip, haklı ve güzel taraflarını ön plana çıkararak olumlu sayabilmek, doğru ve güzeli bulabilmek, bunun da "hoş" olabileceğini kabullenebilmek kolaymıdır ki? Peki yapılana sürekli karşılık beklenirse, bunun adı ''boşgörü'' olmaz mı?
Her insanın içinde potansiyel olarak bulunup, kimileri tarafından hoyratça kullanılan, kimilerinin farkında bile olmadığı bu üstün özellik, iyi niyet yeteneğine sahip kişilere bonus olarak gelen bir bakış akışıdır. Fakat bu bakış açısı genelde bir insan için kullanıldığında, bu bakışa maruz kalan insanın içinde şayet iyi niyet yoksa, hoşgörü bonusuna sahip kişi kesinlikle hayal kırıklıklarıyla karşılaşır. Ne yazık...
Yaradılanı sevelim Yaradan’dan ötürü cümlesini okuduğumuzda ne anlıyoruz? Çok büyük bir cümle bu.
Neden? Evet, gerçekten neden birbirimize karşı bu kadar acımasızız? Hiç mi merhamet yok içimizde? Neden çok basit sebeplerden dolayı kırıyoruz en yakınlarımızı? Neden kendimizi her şeyin üzerinde görüyor ve dünya bizim etrafımızda dönüyormuş gibi davranıyoruz? Bu cesareti kimden alıyoruzki? Yoksa yaptığımız her davranışın biri tarafından izlendiğini de mi düşünemez haldeyiz? Hırs bu kadar mı yüreğimize çökmüş? Neden yüzlerimiz asık? Bırakın selamlaşmayı, hal hatır sorup hemhal olmayı, neden sadece ama sadece bir tebessümü bile esirger olduk birbirimizden?
A.K.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder