Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Kırmızı Karanfil

John Blanchard oturduğu yerden doğruldu. Üniformasına çekidüzen verdi. Büyük İstasyon'da yolcuları bekleyen kalabalığı süzdü. Kalbini çok iyi tanıdığı, ancak yüzünü hiç görmediği kırmızı karanfilli kızı aradı gözleriyle. Kıza duyduğu ilgi yaklaşık 13 ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı.Raflardan ilgisini çeken bir kitap almıştı. Kitap daha önce bir başkası tarafından okunmuş, sayfa kenarlarına kurşun kalemle notlar düşülmüştü. John bu notların ardında asil bir ruhun, derin bir aklın olduğunu fark etmişti.

Hemen k
ütüphane memuresine gitmiş ve kitabı daha önce alan kişinin kim olduğunu öğrenmişti. Holiss Maynel adında bir kadındı. Holiss'in adresini almıştı. Eve varır varmaz bir mektup yazmıştı: ''Bugün kütüphanedebir kitap okudum. Aldığınız notlar karşısında hayranlık duyduğumu bilmenizi isterim. Sayenizde kitabı daha iyi anladığım gibi, ince düşüncelerinizle de tanışma fırsatı buldum. On gün sonra asker olarak Kore'ye gidiyorum. sizi tanımak ve mektuplaşmak isterdim. Cevabınızı sabırsızlıkla bekleyeceğim.''

Çok geçmeden Holiss'den de sıcak bir cevap gelmişti. John ikinci mektubunu
Kore'den yazmıştı. Savaş günleri sürdükçe mektuplar gidip gelmişti. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkilenmişler, kalplerini birbirlerine biraz daha açmışlardı. John'un terhis zamanı gelmiş, Amerika'ya dönmeye hazırlanıyordu. Kore'den yazdığı son mektupta Holiss'e kendisini görmek istediğini söylemişti. ''Seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen'' diye bir not düştü mektuba. Holiss buluşmayı kabul etmiş, fakat resmini göndermemişti. ''Resmin ne önemi var ki?'' demişti mektubunda. ''bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi?'' Yine de küçük bir not eklemişti mektuba: ''Seni karşıladığım gün yakamda kırmızı bir karanfil olacak! Böylece beni kolayca tanıyacaksın.''

Günler birbirini kovalamış ve John ülkeye dönmüştü. Şimdi trenden iniyordu. Gözleri kırmızı karanfilli kadını ararken hiç ummadığı bir şey oldu. Genç, güzel, uzun boylu bir kadın kalabalığın içinden kendisine doğru yürümeye başladı. Sarı saçları omuzunu süslüyor, mavi gözleri bir okyanus gibi derin derin kendisini süzüyordu. Üzerindeki mavi elbise ile kararlı bir edayla John'a yaklaşıyordu. John da ona doğru yürümeye başladı. Ancak son anda yakasında kırmızı karanfil olmadığını farketti. İyice yaklaştığında sıcak bir tebessümle seslendi John'a: ''Seninle tanışabilir miyiz, denizci?'' Tam o sırada güzel kadının omuzunun üzerinden yakasında kırmızı karanfil olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak bir kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardesü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu. John şaşkındı. Az önce hayatında gördüğü en güzel kadından reddedilmez bir tanışma teklifi almıştı. Ancak karşısında kalbine aşık olduğu kadın duruyordu. Tereddüdü kısa sürdü. Kendini toparladı ve yanındaki dünyalar güzeline alırmadan ilerledi.

Elinde Holiss'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Kitabı biraz daha sıkıca kavrayıp kırmızı karanfilli kadına yaklaştı: ''Merhaba Holiss'' dedi, gözlerinin içi gülerek. ''Pardon'' dedi kadın, yüzünde halden anlayan bir tebessümle, ''Ben Holiss değilim. Az önce burdan geçen sarı saçlı, mavi elbiseli genç hanım benden yakama bu karanfili takmamı rica etti. Bana da Holiss diye hitap eden biri olursa, kendisini istasyonun çıkışındaki pastanede beklediğini söylememi istedi. Ne demek istediğini anlayamadım ama, giderken kulağıma ''Bu bir sınav!'' diye fısıldadı.

Senai Demirci (Aşka Dair Öyküler)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ya aysel abla bu hikayede çok güzelmiş. kalmamış hayatta böyle adamlar.

yok canım sanmam:)

şirine

Adsız dedi ki...

böyle erkeklerin soyu tükenmiş....