Pazar, Aralık 13, 2009
Dönüşüm Olmaz | Düşbaz - Güzel Günler (2009)
DÖNÜŞÜM OLMAZ
GÜNEŞİM KIZARDI
ELLERİMDE KELEPÇE
YARINIM YOK AMMA BEN
YİNEDE SENİNİM
BEKLERSEN GELİRİM
DÖNÜŞÜM OLMAZ
AYIŞIĞI YÜZÜMDE
GÖLGELERSE KAYBOLDU
GEÇEN GÜNLERE İNAT
YİNEDE SENİNİM
BEKLERSEN GELİRİM
DÖNÜŞÜM OLMAZ
Çarşamba, Ekim 14, 2009
Salı, Eylül 15, 2009
Fark etmeliyiz!
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azrail’in her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi, köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin, sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.
Fark etmeliyiz çok geç olmadan...
Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür...
O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür...
(Can Yücel)
Bu vesileyle Mubarek Kadir Gecenizi tebrik ediyorum. Dualarımızın kabul olunması dileğiyle...
Salı, Ağustos 04, 2009
Nasıl geçti habersiz bunca yıl...
Çarşamba, Temmuz 08, 2009
Ne Diyirsen Ola :))))
Peşimden çok gezdin bir şey demedim
İşin yok gücün yok seni ben neydim
Bende o göz var mi ki buna gidim
Ne diyirsen ola gözün kör ola.
Utanmirmisen bana gaş göz edirsen,
Dayak yiyeceksen çok ey bilisen,
Ağzın sulandimi kolan silisen,
Ne diyirsen ola gözün kör ola.
Küçük gardaşımla mektup yollirsan,
Vallah billah aklın bile yiyirsen,
Beni sevdiğini her gördüğüne diyirsen,
Ne diyirsen ola gözün kör ola.
Hele bir genden bah birde bene bah,
Delimisen nesen olmuşsan salah,
Allahım yazmiya beraber olah
Ne diyirsen ola gözün kör ola.
Anan ne çığırtır mehelle bilir,
Bacınsa hergün gelin güveyi olir,
Baban açlıhtan sufati solir,
Ne diyirsen ola gözün kör ola.
Ben ele bir kızımki hünerim çohtur,
Başka mahlelerde dengimde yohtur,
Get oğlum get sonunda işin bohtur
Ne diyirsen ola gözün kör ola.
Teşekkürler ZİNNUR TİRYAKİ
Perşembe, Haziran 18, 2009
Ahanda muhteşem bi göl manzarası sizlere...
Perşembe, Haziran 04, 2009
Öykü & Berk'ten
Seni ben unutmak istemedim ki,
Uzayan yollara neden inandın,
Sevenler verdiği sözden döner mi?
Şu yalan yıllara neden inandın.
Seni unutsaydım bekler miydim hiç,
Bir derdime bin dert ekler miydim hiç,
Bu sonsuz hasreti kalbime koyup,
Bir ömür boyu ah çeker miydim hiç.
Bana sen uzaktan sitem ettikçe,
Benim ümitlerim elimden tutmaz,
O yalan sözlere sakın inanma,
Seneler geçse de seven unutmaz.
Seni unutsaydım bekler miydim hiç,
Bir derdime bin dert ekler miydim hiç,
Şu sonsuz hasreti kalbime koyup,
Bir ömür boyu ah çeker miydim hiç.
Pazar, Mayıs 10, 2009
Anneler gününe özel:)))
Doğurdum, besledim, böyüttüm oni.
Bele mi olurmuş evladın soni.
Garnımda gezdirdim, tipiyi, doni.
Hele diyin anam bele de ola?
Uyhumi unuttum, oni uyuttum.
Babasının kem sözlerini yuttum,
Bilirse her zaman elini duttum.
Hele diyin anam bele de ola?
Yemedim, eçmedim oni doyurdum,
Geleceği için çoh gafa yordum.
Biraz gecıhdımi, yollara sordum.
Hele diyin anam bele de ola?
Böyüdip, ohuttum, ey adam oldi,
Esgere getmeden gariyi buldi.
Dügünde mesarif keseyi sildi,
Hele diyin anam bele de ola?
O esgerde vallah gelin bir guzi,
Gızım gibi duttum, batmirdi sözi,
Mayasi bozuhmuş, gavurum gızi.
Hele diyin anam bele de ola?
Dört sene zeheri zukkum yutturdi,
Herhalda anasi bacısi kurdi.
Daha birlik durmam diye dutturdi.
Hele diyin anam bele de ola?
Gızımi bacımi daha isdemir,
Yemegi yapiram, oni da yemir.
Oğlum lal olmuşda, heç bişe demir,
Hele diyin anam belede ola?
Evlat değil sanki garip kesildi,
Defterden anayi, baciyi sildi.
Sedece el gızini yahıni bildi.
Hele diyin anam bele de ola?
El gızi gelipde, goyna girende,
Evlat ana arasında bir perde.
Esgi evler, esgi gelinler nerde.
Hele diyin anam bele de ola?
Hısımda gomşuda ayni olaylar,
Vallah utaniram, bene gelir ar.
Bilirem yerim yoh yerim toprahlar.
Hele diyin anam bele de ola?
Zinnur Tiryaki
Çarşamba, Mayıs 06, 2009
Büyük Buluşmamız hakkında
2009 yılı Temmuzunda Trabzon'da gerçekleştirmeyi planladığımız 20.mezuniyet yılımıza tekabül eden buluşma organizasyonumuza gösterdikleri yakın ilgiden dolayı öncelikle tüm arkadaşlarıma teşekkürler ediyorum. KTÜ-Kimya Bölümü mezunu arkadaşlarımızı biraraya getirmek ve hasret gidermek maksadıyla düzenlediğimiz bu buluşma organizasyonuna katılmak isteyen pek çok arkadaştan tebrikler ve güzel paylaşımlar aldım. Ne mutlu banaki, gerçekten arkadaşlarımızın böyle bir buluşmayı hasretle gözlediklerine ve bu toplantıya fazlasıyla memnun olup, heyecanladıklarına da şahit oldum. Zaten amacım, bu sayede daha çok arkadaşımıza ulaşabilmekti. Umuyorumki ilerleyen zamanda organizasyonumuza daha çok katılımlar olacaktır.
Herkese sevgi ve muhabbetlerimle...
A.KÜÇÜK
Pazartesi, Mayıs 04, 2009
40'lı yaşlar...
Önünde iki yol vardır...
Ya o güne kadar bildiklerini yeniden gözden geçirecek ve kendi öz gerçeğini bulacaksın...
Ya da, eski bildiklerinde ısrar ederek yaşamaya devam edeceksın...
Eski alışkanlıklarıyla devam ederse, o saatten sonra ömrü hep iç ve dış çatışmalarla beslenir...
Mutsuzluk hâkim olur...
Çatışa çatışa ölür...
Oysa bu lastik patlamasında kendi öz gerçeğini bulup, kendine göre yaşamayı denerse, müthiş mutlu, özgür ve kendinin farkında olarak yaşar...
Bunu insanların yüzde 90'ı maalesef gerçekleştiremez.
Gerçekleştiremeyenler yüzde 90'ı buluyor mu bilmiyorum, ama gerçekleştirenler özgürlüğü ve mutluluğu buluyor onu biliyorum...
Artık bir korkunç klişenin duvarlarını yıkmanın zamanı da çoktan geldi farkındayım...
Bugüne kadar, bunu söylemekten çekindim...
40'lı yaşları yaşadığımdan, sübjektiflikle suçlanmaktan korkuyordum...
"Kendi reklamını mı yapıyor?" sorusunun sorulmasından kaçıyordum...
Artık daha fazla içimde tutamayacağım...
Hayatı, ilişkileri, aşkı, sevgiyi, dostluğu, insanlığı yazarken, psikolojinin en derinliklerine kulaç atarken, yaşamakta olduğum en önemli gerçeği artık saklamayacağım...
Nasıl olsa 20'li yaşları yaşayan da benim...
30'lu yaşları yaşamış olan da benim...
Şu anda 40'ları yaşamakta olan da benim...
Niye yalan söyleyeyim?
Genetik şartlanmalardan en fazla kurtulduğum, en özgür ve en kendim hissettiğim günleri şu anda yaşıyorum...
Ben 20 yaşında, yaşlı ve önyargılıydım...
Şimdi genç ve kendimin farkındayım...
20'li yaşlarda bu kadar özgür olmadım...
Kendimle ilgili bu kadar çok şey bilmedim...
Bildiğimi zannediyordum...
Bilmiyordum...
Kendimle ilgili bu kadar çok şey bilmediğim için, bu kadar özgür değildim...
Kendimin bu derece hâkimi değildim...
Şartlanmalarım, önyargılarım, korkularım, komplekslerim vardı...
Onlar beni ayaklarımdan prangalıyordu...
Prangalı halimle hayat performansım düşüyordu...
30'lu yaşlar 20'den daha kolay, 40'dan ise daha zordu...
40'lar bugüne kadarki hayatımın en kolayı, en rahatı, en özgürü...
Daha açık söyleyeyim en genci...
Ben 17 yaşındayken yaşlıydım...
Önyargılarım, korkularım, genetik olarak yüklediğim hırslarım, komplekslerim vardı...
Bunlardan kurtuldukça, kendimi buldukça hayatta hafifledim...
Özgürleştikçe, performansımı yükselttim, kendimi hissettim, sınırlarımı genişlettim...
Kendimi bir harita yerine koyduğumda;
20'li yaşları "Düşman işgali altındaki Anadolu'ya benzetirim...
Ankara ve civarına sıkışmış, birkaç ilden ibaret bir Anadolu toprağını kişisel haritam olarak görürdüm..."
40'lı yaşlardaki "ben" ise, sınırlar açısından, Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükselme Dönemi'ne karşılık gelir...
Sınırlar gittikçe, genişler...
Arap yarımadasından Avrupa'ya kadar yayılmış bir İmparatorluk göz önüne gelir...
İtiraf etmeliyim...
20 yaşındayken ben genç değildim...
Yaşama enerjik baksam da genç bakmıyordum...
Özgürleştirici bir güce değil, kontrolsüz bir güce sahiptim...
Yaşamamın en bedensel işlevi sporu bile 20'li yaşlarımdan daha fazla yapıyorum...
Çünkü 20'lerdeki psikolojik cenderem artık yok...
40'ların başı, kuantumcu dostumun dediği gibi insan denilen arabanın lastiğinin patladığı yıllardır...
İnsanlar, bu yıllarda kendilerini keşfederlerse mutluluğa, özgürlüğe ve gerçek gençliğe yelken açarlar...
Çıtırlık yılları, genetik yüklenmeler ve zorunluluklarla dolu psikolojik cendere yıllardır...
Kurtarabilenler gençleşir...
Biliyorum...
Ben yaşlandıkça gençleşiyorum...
20'lerde yaşlıydım...
Çok yaşlı...
40'larda gencim...
20 yaşında "çıtır" değildim biliyorum...
Ama şimdi "taze"yim...
Onun farkındayım...
(Alıntıdır)
Çarşamba, Nisan 08, 2009
30'unu aşmış kadınlara:)))
" Yaşım ilerledikçe,
en çok otuz yaşını aşmış bayanlara değer vermeye başladım."
İşte bunun sebeplerinden bir kaçı:
Otuz yaşını geçmiş bir kadın
asla sizi gecenin bir yarısı uyandırıp "ne düşünüyorsun?" diye sormaz…
Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.
Otuzunu aşmış bir kadın
TV deki maçı seyretmek istemiyorsa,
Söylene söylene TV 'nin karşısında yanınızda oturmaz…
Yapmak istediği bir şeyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan bir şeydir.
Otuz yaşını aşmış bir kadın
Kendini yeterince iyi tanır ve kendinden emindir…
Kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini ve kimden istediğini bilir.
Otuzunu aşmış çok az kadın
Onun hakkında ya da yaptıkları hakkında ne düşündüğünüzü önemser.
Otuz yas üstü kadın
Çoğunlukla büyük aşklara, ömür boyu sürecek bağlılıklara doymuştur.
Hayatında en son ihtiyacı olduğu şey bir başka, mız mız, devamlı söylenen, ne
yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.
Otuzunu aşmış kadın,
ağırbaşlıdır.
Bir operanın ortasında ya da pahalı bir restoranda sizinle çığlık çığlığa
kavga etmesi çok nadirdir…
Ha tabi hak ettiyseniz, size vururken de hiç tereddüt etmez, sonuçlarına
katlanmayı da planlayarak…
Otuzunu aşmış kadın
Övgüler yağdırmakta çok bonkördür, çoğu hak edilmemiş bile olsa…
Çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.
Otuzunu aşmış kadın
Sizi bayan arkadaşlarıyla rahatlıkla tanıştıracak kadar kendine güvenir…
Daha genç bir kadın, en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir,
Yanındaki adama güvenmediği için.
Otuz yaşın üstündeki kadın
Sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı hiç sallamaz…
Arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikçe medyumlaşırlar.
Ona günah çıkarmanıza hiç gerek yoktur…
Onlar her haltınızı bilirler.
Otuz yaşını aşmış bir kadın
Kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde, bu ona çok yakışır.
Ama daha genç kadınlarda böyle değildir. Çiğ durur…
Otuz üstü kadınlar
Açık sözlü, doğrucu ve dürüsttürler…
Onun için ne anlam taşıdığınızı merak etmenize gerek yoktur…
Ne kadar geri zekâlı olduğunuzu bir çırpıda açık açık söyleyiverir…
Eğer bir geri zekâlı gibi davrandıysanız.
Perşembe, Nisan 02, 2009
Farjad hayranlarına...
Pazar, Şubat 01, 2009
IQ'mu, EQ'mu?
Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en zeki adamı, Albert Einstein. IQ'su yani fiziksel zekası, sıradan insanlarla karşılaştırılamayacak kadar yüksek bir dahi. Nobel fizik ödülü sahibi. Keman çalan, mükemmel satranç oynayan ve üstün bir beyin. EQ'su, yani duygusal zekâsı dersen, görünüşe bakılırsa yerlerde sürünüyor. Einstein’ın yaşadığı yıllarda daha bu iki kavram arasında bir ayırım yapılmamıştı tabiki. Şimdilerde ise hangisinin daha önemli olduğu tartışılıyor: "IQ sizi okuldan mezun eder, EQ ise hayattan" deniliyor. Ya da IQ sizi işe aldırır, ancak terfi ettiren ise EQ’dur da deniliyor.
Intelligence quotient, IQ (fiziksel zeka) ile emotional quotient, EQ (duygusal zeka) arasındaki farkı, basit bir örneklemeyle anlatacak olursak, IQ metametik problemlerini, EQ ise sevgilimizle olan problemlerimizi çözmemizi sağlar. Hayatı nasıl yaşadığımız ise her ikisi tarafından belirlenir. Şu durumda, sadece IQ değil, duygusal zekâ da önemlidir.
Tanıma göre EQ, duygularınızı ve iletişimi hayatta ne kadar doğru kullandığınızı ölçer. Yani başkalarının duygularını anlama, yaratıcılık, esneklik, dayanıklılık, stresle mücadele, liderlik vasfı, konsantrasyon, kendinizle ve diğer insanlarla ilişkilerinizle ilgilenir. IQ ise malum; öğrenme ve anlama yeteneğini, mantık yürütme, bilgiyi kullanma, soyut düşünce ve analitik yeteneklerimizi ölçer. Yani televizyonun düğmesini açamayan anneannenin, insanları nasıl bu kadar iyi tanıdığı ve ev içi kavgaları nasıl bu kadar beceriklilikle sakinleştirebildiğini bu şekilde açıklayabiliriz sanıyorum. Veya tam tersi, doktora sahibi insanların bazı tartışmalar sırasında nasıl kendilerinden geçip kabalaşabildiklerini de. Ya da çocuklarını niye berbat yetiştirebildiklerini. Veya evlilik programlarında avuç avuç EQ'suz insanın nasıl birbirine girip gözyaşlarına boğulduklarını. Bu yüzden belki IQ'dan bile önemlidir EQ. Yani EQ'nuzu arttırabilirsiniz yani duygusal öğrenme yaşam boyu sürer ama IQ'nuz, tahsiliniz sonunda varacağı yere varmıştır.
Başarılı liderlerin hepsindeki ortak özellik, hepsinin duygusal zekâya sahip olmasıdır. Ama bu demek değildir ki, zekâ ve teknik beceriler gereksizdir. Zekâ ve teknik beceriler başlangıç kapasitesini teşkil eder. Yani bir lider için giriş seviyesi gereksinimlerdir. Araştırmalar göstermiş ki, liderlik için gereklilik koşulu duygusal zekâdır. Her ne kadar bir kişi, belirli bir zekâya ve analitik düşünceye sahip olup sınırsız fikirler üretse de, duygusal zekâsı olmadan liderlik yapamaz.
Aslında akıl, duygusal zekâ olmadan tam verimli çalışamaz. Akademik zekânın, duygusal yaşamla pek ilgisi yoktur. Kişiler arası ilişkilerde zekâ, diğer insanları anlamaktır. İnsanı insan yapan niteliklerin çoğu ise duygusal zekâdan gelmektedir.
Araştırma bulgularına göre, duygusal zekâ yoksunluğu, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda çok kötü sonuçlar doğurabiliyor. Ancak, duygusal zekâ doğuştan gelen bir özellik değildir. Duygusal zekası yüksek olan kişilerin empati yeteneği de fazlaca gelişmiş durumda. Ha kişi bunu farkında olmayabilir o ayrı. Bu yeteneğinin farkında olan kişi, insanlarla olan ilişkilerinde genellikle başarılı, mutlu ve huzurlu oluyor. Aşk hayatı için de geçerlidir bu durum. Muhatap olduğu insanların neler düşündüklerini, neler hissettiklerini tahmin edebilir ve genellikle sezgilerinde yanılmaz.
Türümüz var oluşunu, büyük ölçüde duyguların insan ilişkilerindeki gücüne borçludur. Kararlarımızı ve hareketlerimizi şekillendirirken hislerimiz çoğu zaman düşüncelerimize baskın çıkar.
Duygular bize hâkim olduğu sürece, bence zekâ iyi ya da kötü hiç bir yere varamaz. Siz ne dersiniz?
A.Küçük
Pazartesi, Ocak 05, 2009
Dünyanın en büyük açık hava hapishanesi GAZZE
Yaşarken unutulan insanların şehrinde, insanlığın öldüğünü, insanların öldüğünü ve öldürüldüğünü bilmek ne acı...
düştükçe bayındır, yürüdükçe korkulu
kan be kan kıvrılan yolların sonu, son umudu
berrak gözyaşlarıyla yıkanmış tertemiz bir Gazze sabahı…
gecenin müminlere çaldığı sonatları bilirim
kelepçeli sabık bir hüzün tınlatır karanlığı
ve sonra korkunun tanıdık sözlere sığındığı sığınak
kederi öfkesine bastırıp sabrı tütünle bileyen bazı güzel adamlar
Gazze'de hep böyle bir sabahın rüyasındadırlar
kuşlarsa, inadına Gazze semalarını
toz tutmuş yüreklere doğru vururlar
ortak etmek içindir bulutları da
çığlıkları giyindiren, ölümleri giyindiren ve dahi öteki sevdaları da
kuşlar kılar müşterek, mahzenlerden yıldızlara dek uzanan ezanlara
ve çiçekler orada, inadına boy verir yüreklerin karaltısına
geçtim geçilmenin icbar olduğu yasları, ağıtları, geçtim bir çırpıda
durulacak zamanın olmadığını ben Gazze'den öğrendim ve geçtim
sabırla dolacağım an içindir benim sabırsızlığım
ve şükürle dolacağım an için şükrederim
geçen, eksilen ömre dönüp bakacak kadar vakit bulursam
Gazze'de bir çocuğu yalnızca bir dakika
anlasın, duysun, hissetsin diye dünya
ümitle dua ederim
ALPER GENCER'den
Perşembe, Ocak 01, 2009
Australia
Filmde Aborijin'ler "burası bizim ülkemiz" diyor; ama gerçek hayatta Avustralya’daki Aborijin'lerin kolonistler tarafından nelere maruz bırakıldığı da ortada. Gerçi filmin sonuna vicdanlarını rahatlatsın diye bi de özür koymuşlar. "iyi beyaz–kötü beyaz" ayrımı yapılmış olan filmde, etnik ve cinsel ayrımların yanı sıra, sınıfsal ayrımlar da başarıyla anlatılıyor. Klasik Amerikan filmlerinden sıkılanlar kesinlikle gitmeli diyorum. Uzun zamandır seyrettiğim en iyi filmlerden biriydi doğrusu. 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde geçen bu romantik macera hikâyesini uzun süre unutamayacaksınız bence.