Salı, Temmuz 04, 2006

Nerde o eski günler!

Öyle çok fazla da sevmem doğum günü kutlamalarını, özellikle 30'u devirdikten sonra insanın yaşını hatırlatılması hoş değil ama sadece sevdiklerimin hatırlamasını da beklerim yani. Onlarsız ne günüm varki.
Cenab-ı Allah'a şikayetlenmek olmasın ama hayatımın en mutsuz doğum günlerinden biri bugün. Biliyorum şükredecek çok şeyim var ama onlarsız yaklaşık 11 ay geçti, nasıl geçti birde bana sorun.
Yokluğunuzun bir kez daha altı çizildi bugün canlarım, beni kızdıran yok, bana sarılan yok, şakalaşan yok, sürpriz yapan yok! Nerde o güzel, mutlu günler, şen kahkahalar, muhabbetler nerde...
Bir taraftan çalışmam gerek yarın katılmam gereken bir kongre var, bir taraftan da günün anlam ve önemine binayen buruk hislerim...
Ama güzel olan bazı şeylerde vardı tabi, bir yaş daha yaşlanmamın ve bunun sürekli altının çizilmesinin yanısıra, biricik Cenk ve Elif'in bana yaptıkları sürpriz beni çok mutlu etti. Teşekkürler, beni düşündüğünüz ve benimle olduğunuz için, buradaki yeni ve değerli dostlarımız. Ben de sizi seviyorum.
Evet bazıları ben pek takmam yaş mevzusunu dese de inanmayın külliyen yalandır. Bi arkadaşımdan 'izninle bunu yazacam dediğim' ve onun da benden niçin izin alıyosun git Can abiden izin al dediği şiirde; bakın Can Dündar abimiz benim bu güne ait hislerimin bazılarını nasıl da özetlemiş, buyrun sizde okuyun. Bakiyim hem fikir olacakmısınız.

Herkese mutlu ve hayırlı yaşlar diliyorum.

BENİM YAŞLARIM

İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü,

soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını...

Sevgisizliğin insanın canını acıttığını...

Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.

Her şey ona çok büyük görünüyor:

Ev, masa, anne, baba...

10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla

öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda

kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.

***

15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden,

değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.

Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile

bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere

çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar

gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını

öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor.

20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor.

Her şey ona küçük görünüyor:

Ev, masa, anne, baba...

"Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor.

Lakin dünya bunu bilmiyor.

O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor.

***

25'inde ayaklar biraz yere değiyor.

Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.

Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp

grileşiyor.

Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden

vurularak evleniyor genelde...

5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor.

"Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor.

"Dünya zor"laşıyor.

***

30'unda muhasebeye başlıyor insan:

"Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum"

dönemi...

Mevcut bilgilerin sorgu yeri...

Kuşkunun beyliği...

Tehlikeli yaşlar: "Bunun nesine hayran oldum ki ben" pişmanlıkları,

"Hakkımı yediler" sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost

kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı...

***

35, yolun yarısı...

Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir

çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları...

Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan

yaşlar... Olgunluğun karasuları...

40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri

yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan...

Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve

ikisini birden yeni sevda hayallerine...

Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı

arabalarla çare aranıyor.

***

45'inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan...

Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor.

Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor.

Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini

merhamet alıyor. "Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer

değiştiriyor.

Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten

vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara

sıra...

***

Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım.

Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.

Can Dündar & Milliyet,
17.06.2006


2 yorum:

elifyavuz dedi ki...

Nice mutlu yıllara...

Adsız dedi ki...

www.yuregimizinsesi.com
www.hayaksi.com buyurun gelin