Pazartesi, Nisan 30, 2007

Ich Liebe Dich Susan;

Sizlere tam 25 yıllık güzel bir sevgi ve dostluk hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Bundan tam 25 yıl önce, iki uzak ülkede yaşayan iki küçük ve yaşıt kız çocuğu birbirlerini hiç tanımadan ve görmeden, sadece mektupları aracılığı ile tanışıp arkadaşlık kurmaya başlamışlar. Ne farklı bir dil, ne farklı bir din, ne farklı bir ülke ve ne de faklı bir kültürden olmaları arkadaşlıklarının devam etmesine engel olamamış kızların. Enteresan bir şekilde ikisi de hiç vazgeçmemişler birbirlerine yazmaktan. Anlıycağınız ikisi de vefalı birer dost kazanmışlar zaman içerisinde. Bu güzel arkadaşlık, mektuplar, resimler ve minik hediyeler aracılığı ile bunca yıl devam etmiş ve inanın hâlâ daha devam etmekteymiş…

Aradan geçen yıllar boyunca, neler olmamış ki; ortaokulu bitirmişler, liseyi bitirmişler yani birlikte büyümüşler sizin anlıycağınız. Biri işe girmiş bir fabrikada, sonrada evden ayrılmış ülkesindeki diğer tüm gençler gibi. Çünkü Avrupa’daki aile yapısı genelde böyleymiş. Diğeri de üniversiteye başlamış, mezun olmuş ve sonra da işe girmiş. Ne iktidarlar gelmiş geçmiş, ne cumhurbaşkanları değişmiş iki ayrı ülkede, Berlin Duvarı yıkılmış, iki ayrı Almanya birleşmiş, bir sürü sosyal, ekonomik ve kültürel olaylar olmuş iki ülkenin tarihinde. Bunların hepsini birer birer paylaşmış bu iki eski dost. Tabi bu arada yaşantılarındaki özel olayları ve değişiklikleri de. Birisi evlenmiş fiziksel özürlü bir adamla, mutlu olmaya çalışmış ve olmuşta. Çok güzel şiirler yazmış aynı zamanda, ama sonraları çocuklarının olamayışına üzülmüş, işsiz kalmış zaman zaman, devletinin ona bağladığı işsizlik maaşıyla geçinmiş, ama yine de direnmiş, hiç kaybetmemiş yaşama gücünü. Çok zorluklar çekmiş anlıycağınız. Diğeri de ailesiyle birlikte mutlu ve mesut aynı evde yaşamış hep, hem de işini yapmış bir yandan da ve sonra da işinde ilerlemiş. Oda kendince bir sürü zorluklarla karşılaşmış hayatında, tabiî ki tüm insanlar gibi. Bu arada ikisi de sevdiklerini kaybetmiş, biri babasının acısını yaşamış önce ve çok üzülmüş. Sonra canından çok sevdiği iki güzel harika insanı yani kardeşlerini kaybetmiş ve yıkılmış. Daha sonra yıllarca yaşadığı şehirden kalkıp, çok uzak başka bir şehre taşınmış, biricik küçük kardeşinin yanına. Sonra tekrar ayağa kalkmış, toparlanmaya çalışmış, hayata yeniden tutunmaya başlamış ve başarmışta kendince. Sonra da diğeri babasını kaybetmiş ve oda çok üzülmüş. Birbirlerine destek olmaya çalışmışlar binlerce kilometre ötelerden ve yazmayı hiç kesmemişler bıkmadan, kesintiye uğramadan. Bu arada mektuplar yaklaşık son on senede, gelişen teknolojiyle birlikte elektronik postaya dönüşmüş tabiî ki:) Doğum günleri, bayramlar ve özel günler hep hatırlanmış. Her mektubun sonuna bir gün mutlaka karşılaşacağız, yeterince param olunca ilk fırsatta seni görmeye geleceğim ve seni bulacağımı kondurmuşlar, bıkmadan usanmadan. Ta ki geçen seneye kadar.

Geçen sene, Almanya’da yaşayan Susan, Türkiye’de yaşayan Aysel’e seneye baharda Türkiye’ye geleceği müjdesini vermiş, ilk telefon konuşmalarını yaptıklarında. İlk defa birbirlerinin seslerini duymuşlar, mutlu olmuşlar ve çok heyecanlanmışlar. Ona ilk öğrendiği Türkçe kelimeyi söylemiş Susan: dostluk yani friendship demiş…Aysel iple çekmiş bahar 2007’yi. Susan haber vermiş geçenlerde Aysel’e; eşi Peter’le birlikte 3–4 günlüğüne bir tur şirketiyle anlaşarak, hayatında ilk defa bir uçak yolculuğu yapacağını ve nihayet 27 Nisan’da İstanbul’da olacağını söylemiş. Aysel çok sevinmiş bu habere ve çok mutlu olmuş, çok da heyecanlanmış aynı zamanda. Evet, sonunda büyük gün gelmiş çatmış!

Hayatımın en güzel cumartesilerinden birini yaşadım 28 Nisan’da. Cumartesi sabahı için önceden telefonda Susan’la anlaşmıştık. Sabah onları kaldıkları otelden almaya Fıroşumla gittiğimde, beni kapıda arayan gözlerle beklerken buldum Susan’ı. Çok yoğun bir cumartesi trafiği yüzünden onları epeyce beklettiğimiz için üzülmüş ve mahçup olmuştuk. Ama o ilk karşılaşmamız ve kucaklaşmamız görülmeye değerdi inanın. 'Willkommen sie Susan' diyerek ona yaklaştım. Elimde ona aldığım bir gül vardı ve dakikalarca sarıldık, gözlerimiz doldu ve çok duygulu anlar yaşadık. Lobi de elektronik tekerlekli sandalyesinin içerisinde gülümseyen güzel gözlerle bize bakan ve İngilizce bilmeyen Peter’la karşılaştık sonra, tabiki Susan’ın tercümesiyle ancak anlaşabildik onunla. Biraz sohbet ettikten sonra, Türk yemeği yemeğe gittik. Sonra da çok metini duydukları, hep görmek istedikleri ve yalnız başlarına gelme cesaretini gösterdikleri İstanbul’da bir güzel gezdik. O kadar eğlendik, hoşça vakit geçirdik ki anlatamam. Harika sohbetler eşliğinde, onların da zevk aldıkları muhteşem bir boğaz turu yaptık. Peter’ın her konuda olduğu gibi, fotoğraf çekmek konusundaki çok azimli ve istekli hali bizi çok şaşırttı. Bu iki hayat dolu güzel insan, şaşırtıcı bir biçimde, birbirlerine o kadar güzel bir sevgiyle bağlanmıştı ki…Doğuştan fiziksel özürlü olan Peter’ın yardımsız her işini kendisinin yapabilme becerisi, yaşama azmi, gayreti ve neşesi ve hiçbir komplekse kapılmadan, insanlar ne der diye aldırış etmeden Susan’la birlikte ortak bir hayatı paylaşmaları, biz dâhil pek çok insana örnek olacak cinstendi inanın.

En güzeli de, 1982 yılında benim ona süslü püslü bir çocuk özeniyle yazdığım ve onunda değer verip sakladığı ilk mektubumu çantasından çıkarıp bana göstermesiydi. Allah’ım neler yazmışım, nasılda süslemişim:) Çok şirindi, nasıl etkilendim, nasıl duygulandım anlatamam. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Benim için hediyelerin en harikası buydu işte, kaç kişiye nasip olurdu ki bunu görmek, bi düşünsenize! Hepsini olmasa bile, ilk mektubumun yanında birkaçını da saklamıştı benim kendi güzel ve kalbi güzel dostum Susan. Bana değer verdiğini gösteren bu davranışının beni çok mahçup edip, utandırdığını söyledim ona, çünkü ben onun bana yazdığı mektuplarını saklayamamıştım.

Epey bir nostalji yaşadıktan sonra, Türk çayı eşliğinde, Fırat ile Susan’ın yaptıkları futbol muhabbeti de çok eğlenceliydi. Artık onlarda Fırat’a Fıroş demeye başlamışlardı bile. Susan biz Türkler hakkında şaşırtıcı bir biçimde bizim onlar hakkında bildiklerimizden çok fazla şey biliyordu. Otelde kaldıkları ilk gecenin sabahında, hayatında ilk kez duyduğu ezan sesiyle uyandıklarını ve müslümanları ibadete çağıran bu sesi duydukları andaki şaşkınlıklarını anlattı bana. Birde Sultanahmet Camii’ni gezmek için, içine girmek istediğimizde, Susan’ın çantasından bir eşarp çıkartıp alelacele başına bağlaması, beni o kadar etkiledi ki anlatamam. Niçin bunca yıl onu bu kadar sevdiğimi ve bağlandığımı bir kere daha anladım.

Bizim Türk aile yapımıza ve geleneklere bağlılığımıza özellikle hayran olduğunu öğrendim Susan’dan. Ve bir kez daha gurur duydum Türk ve Müslüman olmaktan. Türk kahvesini ilk kez deneyen Susan’a yalancıktan baktığım kahve falı da çok komikti, çok güldük:) Kısacası, vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık. Koca 25 yıl, birkaç harika saat içine nasıl sığabilirdi ki?

Akşamüzeri karşıya geri dönüp, onları otellerine bıraktık. Ayrılırken ki halimiz de görülmeye değerdi doğrusu. Hiç ayrılmak istemedik. Ondan ilk fırsatta daha uzun süreliğine Türkiye’ye gelme sözünü de aldım. Oda beni en kısa zamanda Almanya’ya beklediğini söyledi. Çok duygulu bir vedalaşma yaşadık Susan’la. Bizi otelin kapısına kadar uğurlayan çok sevimli ikiliydiler onlar!

Peki, insanlar birbirini hiç görmeden bunca yıl arkadaşlıklarını sürdürebilir miydi? Bu arkadaşlık, yıllar boyunca dostluğa, sırdaşlığa ve kardeşliğe dönüşebilir miydi? Cevabı, kesinlikle evet.

Ben çok şanslıyım galiba da haberim yok, diye geçirdim içimden ve bir kez daha şükrettim bana bahşettiği her şey için Allah’a. İşte böylesi bir sevgi hikâyesi benimkisi ve sizinle de paylaşmak istedim.
Dostluğun ve sevginin kıymetini her zaman bilmemiz dileğiyle…

A.Küçük

1 yorum:

Adsız dedi ki...

gercekten muhteşem bir olay insan okuyunca içini çekerek keşke benimde böyle dostlerım olsa diyor

selam ve dua ile